gallery

28 Nisan 2010 Çarşamba

İÇ GEÇİRİM NÖBETLERİ


Neler geldi neler geçti ! Geçen günün adı geçmiş, günü görmüş kişinin aslında çooktann içi geçmiş.
Mişli geçmiş zamanlardı Herkese göre sıradan yaşayana sıradışı bir armağandı.
İşte öyle bir zamandan muzdarip adamın, çok zamansız iç geçirim nöbetlerine tanık olmuş biriydim.
Herşeyin üst üste ustalıkla geldiğinden şikayet ederek hep söze başlardı. Kendini o kadar yaşadıklarına kaptırmıştı ki anlatırken hızına yetişmek neredeyse imkansızdı. Onun ifadelerinin ne bir giriş cümlesi ne de bir sonucu olurdu.Çünkü hayatında hep degişen şeylerden gelişen, gelişi güzel gelişme cümleleri vardı onun.
Bu anlatacaklarının da ne bir anafikri ne bir sonuç cümlesi vardı ! Kimseye gönderilmek üzere bir mesaj kaygısı da taşımıyordu ! Yalnız rahatlamak amacıyla mişli geçmiş zamanlarda ki kendiyle konuşmalarının dışarıya nasıl yansıdığını geçte olsa merak ederek bu satırlar yazılmıştı ...
Kendi gibi cümlelerinin de artık takati kalmamıştı.Çok yorgundu düşünmekten!
Nefes almak için bile özel bir çaba sarfediyordu. Can çekişmeye can atıyordu benliği ! Cümleler devrikti, tıpkı onun gibi devrilmek üzereydi.
ve hızlıca yaşadıklarını anlatmaya başladı :
Anlatılmaz yaşanır derler ya aynen öyle bir zamandı. Anlatamıyordum ve ben sadece yaşıyordum. Hayatımda bir anda film setine dönüştü. '' Yok ya bu kadar da olmaz! '' dediğim herşey inada yapar gibi gözümün önünde bitiyordu. Benim bu oyundaki rolüm; sindire sindire gerçekleşen olayları yaşamaktı.
Bana verilen Diyalogda ise; ses çıkarmamak! İsyan etmemek! İçine atmak ama kendine kesinlikle zarar vermemek gibi sözler yer alıyordu. Neyse istemeye istemeye kabul ettim ! Nasıl etmeyeceksem koskoca hayat produksüyon layık görmüş bana bu rolü !!!
ve başladım oyuna. Artık bilmediğim bir oyunda konuk oyuncuydum, sahnelerin tozunu istemeden yutmuştum birkere.
Konuk oyuncuydum az oynayıp kaçıcaktım güya! Bu kadar acıtasyon role uzun süre kalınamazdı da zaten.Sonradan birde baktım ki oyuncular degişiyor, başrol acı çekiyor, zaman ve mekan kavramına ise kimse riayet etmiyordu..Bunun gibi bir çok olay kendini sürekli yeniliyordu sabit olan birşeyler yokmuydu? vardı tabi bölüm başına hisseme düşen acılar hep sadık kalmıştı bana hepsi bu !
Ben yine misafir oyuncu olarak kaldığım yerden görevime devam ediyordum. Tüm acılara itinayla bürünen baş figüran olup çıkmıştım biranda! Kendi hayatım konu ediliyordu bu oyuna ama ben sadece bir figürandım kendi acılarıma seyirci kalıyordum!
İşte öyle en karamsar tabloların en zifir köşesinde dizlerimin üstüne kapaklanmış bekliyordum. İçimden kendimi yerken aynı anda ağız dolusu küfürlerimi hiç esirgemeden sağa sola rast gele savuruyordum. İsyanın köşesini dönmeye son bir viraj kalmıştı. Çıkmaz sokaklara doğru seyrediyordu düşüncelerim !

Patlamaya hazır bir bombaydım, pimimi çoktan çekmişlerdi ve bundan kimsenin haberi yoktu!
İşte böyle dönemlerden geçip giderken benliğim, içimdeki ses hep aynı şeyleri tekrarlıyordu.
''Her işte bir hayir vardır ''
Böyle diyordu demesine ama bozuk plak gibi aynı şeyleri yineleyip başıma sürekli kalkması önceleri beni çok rahatsız ediyordu! O ne derse desin dinleyen kim! Ben yine bildiğimi okuyordum.
İtiraf etmek gerekirse aslında bildiğim bir şey de yoktu ya ! Tek bildiğim keşkelerdi. Keşkelerle ne peynir gemisi yürüyor,ne de olmuşla ölmüşe çare bulunuyordu! Kimse bulamamıştı ki bu işe bir çare ben bulayım. Neyse ki bu zaman çok uzun sürmedi , taşlar oturmaya başladı kendinden.
Sonra ne mi oldu?
Bu işte de bir hayır vardır! Elbet bu günler de geçer! diyerek isyanımı içine çeken iyimserliğin artık gözleri üzerimdeydi ve çoktan teşhisini koymuştu.ve bana seslenerek diyordu ki:
Ey Arkadaş ! Kaderin şartı şurtu yok işte ! Sadece yazgısı vardır gördüğün gibi işte. Ve sen sadece sana yazılanları yaşıyorsun. Artık hakkında yazılanları sürekli sorgulama ! Herşey olacağına varıyor görüyorsun işte ! Bak ne 1 saniye geç ne de 1 dakika erken oluyor bu süre ! Sistem tıkır tıkır, muhteşem bir şekilde işliyor. Tükenemez bir kader var karşında ! Sen ise bu sistemin zincirinde en zayıf halkasın artık bunu kabul et !!! Diye diyee içimde ki ses artık dışıma da yansıdı !

Yazılımıydı,sözlümüydü bu Kurallar bilmem ama kıt bilginle ne kadar karşı durabilirsin bu mükemmel sisteme? Gözün kesiyorsa sana verilen cüzi iradeni koy önüne, Ben geldim arkadaş ! diye dikil karşısına, bağır çagır yine isyan et ! Ama artık ne fayda !
İşte türü ne olursa olsun oynadığım bu oyunda ben sadece bir figürandım !!! Payıma düşenleri işte ben böyle yerli yersiz zamansız , iç geçirerek yaşadım ve sürekli paylaştım kendimle.
Yaşadıkça öğrendim her insan gibi.Yaşadıkça da farkında olmadan yaşlandım. Kıt bilgimle kıt kanat kendimi geçindiremezken, tükenmez kaderime nasıl isyan ederim! Aklıma geldikçe halen kendime şaşarım !!!
Leia ...
4 Nisan 2010 Pazar

Dilimin Ucunda



Dil yarası diye bir şarkı vardı ya hani ? Dilimi ısırınca aklıma o şarkı geldi birden. Gerçektende dil yarası ne büyük acıymış ! Az kalsın küçük dilimi yutacaktım şaşkınlıktan. Neyse ki hemen geçti fakat dilimin ağrısı geçince de dilime takıldı bu şarkı ! Sonra mırıldandım durdum, bildiğim kadarıyla nakaratını.Dilimden düşmedi bir süre bu şarkı.
Ben küçükken ,up ufacıkken dil yarasını fiziki olarak yaşadığım acı gibi bilirdim meğerse daha derin anlamlar yatıyormuş altında. Neyse sonra düşündüm dilimiz olmasaydı napardık diye ? Cenab-ı Allah ne mükemmel yaratmış insanı. Ufacık bir et parçası ile kesintisiz iletişim kuruyoruz. Derdimizi anlatıyoruz,paylaşıyoruz,konuşuyoruz falan feşman. Ne kadar önemli bir uzvumuzmuş dilimi ısırınca anladım.Çok kısa iletişimim kesildi dış dünyayla !karıncalandı ses tonum, dilim dolaştı konuşamadım.
Daha sonra kendi kendime güldüm, dedim ''çıkar dilinin altında ki baklayı '' ? Ne anlatmaya çalışıyorsan direk söyle. Konuşamıyorum ki, dilim dolandı yuvalandı harfler bir tülü kelimeden cümle yapamadım. O halde bile şarkıyı mırıldanmaya çalıştım tekrardan ama beceremedim. Hay dilimi eşek arısı soksun şarkıyı katlettim. Ya blog sahabı ''altı üstü bir dil acısı neden bu kadar büyüttün olayı '' dediğinizi duyar gibi mi oldum ne ? Olay aslında bildiğiniz gibi değil!
Atalarımız boşa dememişler on kez düşün ama bir kez konuş diye. Düşünmeden konuşup kalp kıran , diline sahip olamayan sırf bu yüzden acılar çeken nice insanlar var. Laf ağızdan çıkarken en büyük referansı dil'dir. Dilin kemiği yoktur. O söyler söylemek istediğini. Düşünmeden konuşursan çekersin cezasını. Faturası sana pahalıya patlar. Dil kabullenir kabullenmesine söylediklerini ama dal kırılmıştır birkere. '' Dil yarası,dil yarası en büyük yaraymış'' Ağzımızdan çıkanları kulağımız duymadan gereksiz sarfetmeyelim cümlelerimizi. Mazzalah dilimiz acı çeker sonra. Çok konuşan adama derler ya '' dile bak dil papuç gibi '' Aslında kapasitesi ,eni,boyu bellidir dilimizin! fakat gereksiz kullanımlara da her zaman çevrimiçidir. Dil yaşayan bir şeydir. Kültürlerin gelişiminde dilin etkisi yansınamaz bir gerçektir. Dil toplumlararası kaynaşmanın köprüsüdür. Yabancı Dil için dil dile değmeden öğrenilmez diye bir kaba tabir vardır ya işte dil o kadar sosyal olmayı da beraberinde getirir.
İşte bu kadar önemli bir organdır dil! e e e bişey söyliyecektim unututum! Halbu ki az önce dilimin ucundaydı. Bir dilimi ısırmamdan muhabbet nereye geldi bakarmısınız. '' her işte bir hayır vardır '' diyeyim yinede böyle olmasaydı , bu yazıyı nasıl yazacaktım ki ! Neyse dil yarası'nın iki türlüsü de acıymış her ikisini de yüksek dozajıyla yaşadım , test ettim fakat onaylamadım biiline...
Anlat anlat dilimde tüy bitti ! Ne derin konuymuş dil yarası yazının sonu bir türlü gelmedi.
Dikkat ettiyseniz dil üzerine 10 dan fazla deyiş ve tabir saydım ne kadar önemli bir organımız olduğunu anlatmak istedim sadece. Neyse konuyu daha fazla dillendirme'den sonlandırayım.
Dilinize mukayet olun her daim :)))



Leia ...